Gözlerimi tekrar, yavaşça bir şekilde, açtım. Gözlerimi kırpıştırdım, birkaç kere. Sonra etrafıma baktım. Benim uyandığımı görüp, kızlar, Kaya ve Okyanus bana bakmıştı.
"Eftalya, bebeğim, iyi misin?" "Eftalya..." gibisinden sözler duydum. Sonra gene gözlerimi kapattım.
Sonra birden kapı açılıp kapandı, ve sanırım Doktor içeri girdi. "Küçük bayan, sağlık durumun gayet iyi. Sadece korku yüzünden bayıldığını arkadaşların söyledi" diye birkaç klişe doktor sözü söyleyip gitti.
Bak şimdi orucum da açıldı. O şerefsizin okulda kalmasına izin vermeyeceğim. Neyseki serum bittiği an çıkmama izin verdi doktor. Bitince, çıkış işlemlerini yaptık, Kaya, yerime, o kadarcık masrafımı karşıladı.
Ben eve gidemezdim bu halde, ama başka yer yoktu. Okyanus kızları alıp okula gitti, Kaya da beni eve götürme işini almıştı. Eve girdiğim an şoka da girmiştim. Yerde bir sürü cam, tabak parçaları kırıktı. Annemle babam kavga ediyordu.
O kadar çok korktum ki. Kapıyı hiç belli etmeden kapattım. Artık son noktaya geldim. Herşeyi bırakıp koşuyordum. Gözlerim yaşlarımı bırakmıyordu, atmıyordu, fırlatmıyordu. Her sefer aynı manzara ile karşılaşıyorum.
Telefonumu açıp gelen mesajı okudum. "Eftalya, baban ve ben boşanıyoruz. Dava açtık. Anlaşmalı boşanma olacak ve sen baban ile kalıyorsun. Sakın benimle kalmaya kalkma". Bu gerçek değildi değil mi?!
Ayaklarım durmak bilmiyordu. Gözyaşlarım duruyordu. Bir günde bunca şey yaşanır mı? Nereye gittiğimi hem biliyordum hem de yolu şaşırmaktan korkuyordum.
Dümdüz koşuyordum. Sonunda bu bayıra geldim. Burası çok geniş bir alandır. Ve koskoca alanda, sadece bir tane büyük ağaç vardı. Orası benim sığınak ismini verdiğim kısımdı.
Ağaca gelip, dağa bakan tarafında yere çöktüm. Ayaklarımın dermanı kalmadı. Ne tepki vermem gerekirdi ki zaten böyle bir olaya? Birkaç gündür yağmur yağdığı için yerler biraz çamurlu olmuştu. İlk kez, çamuru bile aldırış etmedim.
Eftocan, ne düşünüyoruz?
Metocan, ben düşünmeyi bıraktım. Sen düşün biraz. Mesela, biz buraya saatde kaç kilometre hız ile geldik?
Senin sinirler gene bozulmuş anlaşılan.
Bak Metocan-
"Metocan kim?" dedi tanıdığım ama dönüp bakmadığım ses. Niye gelmişti ki buraya? Beni takip etmiş olamaz değil mi? Çünkü bu cidden saçmalık olurdu.
Sanane, benim kim olduğumdan?!
Ah, Metocan... Galiba demin sesli konuşuyordum. Ama hiç duymaması gereken birisi duydu.
"Sana ne?" dedim tersleyerek. "Bari normal arkadaş gibi konuşalım, Talya" Bir enişte, bir bu... Bana Talya diyen iki kişi. Ben bana Talya denmesinden nefret ediyorum.
Enişteme birşey demiyorum bana Talya demesinden dolayı, buna da eskiden birşey demezdim ama... Neyse...
"Git burdan" dedim. Ama gitmeyecekti. Bir kere yaptığı yanlışı tekrarladığı gün o'nu silmiştim hayatımdan. Artık benimle ilgelenmesin bile. Ne haddine?!
"Biliyorum, kızgınsın... Ve belki de beni asla affetmeyeceksin ama ben ciddi anlamda çok üzgünüm. Çok sevdim seni." dedi ve 6 saniye sustu. Suskunluğunu pişmanlığın bir göstergesi olarak kabul ediyorum ben. Eskiden de öyle olurdu. Susarsa eğer o, demek ki birşey yapmış ve pişmandı.
"Bu sözlerin sende gram anlamı yok biliyorum. Ama ben hala seni önemsiyorum" dedi ve cümleyi bitirene kadar, yanımda oturmuştu bile.
En kötü zamanımda onu istemiyorum ki yanımda. Telefonuma gelen bildirim ile irkildim ve mesaja baktım.
"Evdeysen okuldan izin aldım, yanına geleyim?" demiş Kaya. Ama hayır... Bugün yanlız kalmam gerekdi. Ama yanımda bir deniz çöpü vardı.
"Bulut, lütfen git. Hiç iyi değilim. Lütfen gidermisin?" sesim titriyordu çünkü ağlayamıyordum. Yüzüne bakıyordum. Tiksindim.
Bir zamanlar aşık olduğumu düşündüğüm yüze baktım. Tiksindim. O kadar iğrenç kişiyi nasıl sevmiştim ben?
"Sana pişman olduğumu kaç kere söyledim. Yine beni sev demiyorum, sadece yanında olayım. Arkadaş bile olmayalım hatta. Sadece yanında olayım. Buna izin ver bari" dedi titreyen sesi.
Onu şimdi hayatıma geri almak yanda dursun, aynı havadan nefes aldığımıza sinirliyim. "Hayır. Git. İstemiyorum seni." Telefonuma arama gelince, açmadım.
"Aramalara bile cevap vermiyorsun. Çok kötü dusumda mısın?" "Bulut git burdan! Sabrımı zorlama artık! Polisi ararım!" Bağırdım ve sonunda bıraktım gözyaşlarımı.
Yere çöktüm. Gelip sarıldı. Onu istemiyordum ama itemiyordum da... Sarılma bana iyi geliyordu. Ben sarılmadan sadece onun sarılması ile 3 dakika durduk. Ben ağladım sessiz sessiz. O sarıldı.
"Git şimdi." dedim burnumu çekerken. "Tamam, şimdi gidiyorum ama en yakın zamanda, iyi olduğunda tekrar karşılaşmak isterim" diye, cevap vermemi beklemeden, gitti.
Telefonumu uçak moduna aldım. Derslerin bitimine kadar ağacın dibinde sessiz sessiz ağladım. Eve gitmek istemiyorum. Kimseyi görmek istemiyorum. Yerimden kalkıp, dağa taraf yürümeye başladım.
Yürüdükçe, ağacımdan da uzaklaşıyorum ama çok yavaş yürüyordum, saniyede 1 adımı atar gibi... Adımlarım bile yorgundu.
Bomboş arazide yürüyordum. Bazen ayağım taşlara takılıp düşüyordum ve bu yüzden heryerim çamur olmuştu.
Bana bu cesaret nerden gelmişti? Hayatım boyunca ailemden korkarak yaşamıştım. Evden kaçmaya nasıl cüret etmiştim ki?! Yürüye yürüye bir yola gelmiştim aradan geçen 2,5 saatin ardından. Ve bir otobüs geliyordu. Bu yüzden yolun diğer tarafına geçtim. Bu otobüs beni eve yakın olan, her gün durduğumuz durağa götürecek.
Durağa gece çöktüğünde gelmiştim. Aslında saat daha 7 olmuştu ama geçdi işte. Eve gidemezdim ama... Nereye gidicem başka? Hiçbir yer... Eve gitmekten korkuyorum.
Durakta çok az kişi vardı bu yüzden geçip oturdum. Gelen oldu giden... En sonunda, 2 saat sonra, kimse kalmamıştı...
Oturuyordum, karanlıkta. Yapa yanlız. Yanlız kalmayı çok seviyorum ama... Yalnız bırakılmayı değil... Karanlığı seviyorum ama... Karanlıkta bırakılmayı, ışığımın alınmasını değil...
Ağlamaktan gözlerim şiş oldu, heryerim çamur, ellerim, ayaklarım, düştüğüm için, çizildi her yerden...
Telefonumu açtım. Neyseki kapattığım için şarjım vardı. Uçak modundan açtım. Binlerce arama, mesaj... Annem, babam, Ayça, Kaya, Çiçek, Meltem, Aslan, bilinmeyen numaralar...
Açtığım an, tekrar arama geldi. Bilinmeyen numaradan. Açıp açmamakta kararsızdım. Açsam da açmasam da değişecek birşey yok. Sonunda susmayınca açtım. Hoparlöre aldım.
"Eftalya? Nerdesin? Nereye gittin? Nerdeysen söyle, hemen gelicem." dedi çıkaramadığım ses. "Kimsin?" dedim yorgun, boğuk, sessiz ve yavaş olan sesim ile. "Ben Okyanus. Saatlerdir arıyoruz seni, lütfen nerdesin söyle?!"
Bugün o sapıktan da beni Okyanus kurtarmıştı... Şimdi yine bu var... Ama çok bitkinim ve eve gitmek istemiyorum... Lütfen beni başka yere götürsün.
"Beni götür burdan ama kimseye haber vermeden gel-" diye konuşuyordum ki ağlamaya başladım. Cümlenin sonunu getiremedim.
"Nerde olduğunu söyle, kimseye söylemeyeceğim, tamam" dedi. Sesi aşırı endişeli geliyordu. Ama bu neyin telaşı? Daha sabah kavga ettik...
"Durak. Okula yakın pazarın yanındaki" sonra ağlamam devam etti. Telefonu kapattı ama araba sesini duydum kapatmadan önce. Sessiz sessiz ağlamaya devam ettim.
Sonra bir araba durdu. İçeriden galiba Okyanus indi. Karanlık olduğu için pek yüzünü seçemedim doğrusu. Ama o gün beni kolumdan tuttuğunda okyanus kokusunu almıştım, bu o.
"Eftalya? Ne oldu sana?!" dedi telaşlı ve endişeli ses tonu ile. Hareketlerinde hiç şüphe yoktu sadece şaşkınlık, endişe ve telaş vardı.
Hiçbir şey demedim, arabaya bindik. O konuşmaya başlayana kadar susma hakkımı kullandım.
"Sakinleştiysen, anlat lütfen... Okul çıkışından beri hepimiz seni arıyoruz... Nerdeydin? Baban ve annen de sana çok sinirli... " Annem ve babam ile görüştüler mi?
"Ben kaçtım..." "Evden mi?" "Hayır. Herşeyden" içimde bir his vardı, Okyanus'a güvenmem gerekiyor gibi hissediyorum...
His değil o, benim, Meto... Bak Eftocan, bu çocuk iyi birisi... Güvenmek lazım.
Sus Meto, karışma şimdi...
"Herşey?" diye saniyelik gözlerini yoldan ayırıp bana baktı, sonra yola tekrar başını çevirdi.
"Evet." "Neden? Okuldaki olay yüzünden?" O da var... Yine kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. "Herşey! Bıktım! Ben katlanamıyorum! Yoruldum, yaşamaktan! Hak etmediğim şeyleri yaşamak istemiyorum!" Arabanın içinde bağırmaktan başka sadece ağladım...
1, 2, 3, 4, 5, 6-
Ne oluyur, Eftalya?
Sayı sayıyorum, görmüyor musun?
Salah, neden?
Sanane, sus Meto...
"Ne yaşadığını bilmiyorum ama... Güçlü olduğunu biliyorum..." Doğru, çünkü sana karşı geldiğim için mi? Hem sana ne oluyor acaba? Daha geçen sana bulaşmamam gerektiğini söylüyordun... Şimdi koşa koşa geldin...
Sustum ve cevap vermedim. Nereye gittiğimizi bilmiyorum ama arkadaşlarıma götürmeyecekti. Çünkü kimseye haber vermemesini söylemiştim... Sormak istiyorum ama konuşmak değil...
Bir evin önüne gelip durduğumuzda önce kendisi arabadan indi sonra bana yardım etti. Çünkü artık acılarımı hissetmeye başlamıştım. Yaralarım sızlıyor, başım ağrıyor ve hapşırıyordum sürekli.
Pek büyük olmayan ama asla küçük diyemeyeceğim eve girdik. Önce kendisi girdi sonra beni saldı.
"Sen koltukta bekle, ben ilk yardım çantasını getireceğim" diye üst kata gitti. Geçip koltukta oturdum, gelene kadar ara sıra ağrılar yüzünden yüzümü sıktım... Gözlerim de acıyor.
"Önce yaralarını ıslak bez ile silelim çünkü yaraların mikrop kapmıştır. Sonra melhem süreriz olur mu? diye masum masum gözlerime baktı ben de başımla onayladım.
Islatıp getirdiği bez ile önce ellerimdeki yaraları sildi. Acıyordu. Sonra kollarımı sildi. Bezin değdiği her noktada acı vardı bu yüzden fazla acı hissedince inliyordum.
"Şimdi korkmazsan, bacaklarını silmem gerek?" Bugünkü okul olayı sonrası böyle sormuştu... Çünkü bu olay yaşanırsa, tramva oluşma ihtimali vardı. Bende de vardı aslında. Ama dediğim gibi, gelip beni kurtardı, hem de 2 kez... Sorduğunda bile biraz tedirgin olsam bile, başım ile onayladım.
Ayaklarım, özellikle çok düştüğüm için dizim, fazla acıdı silerken. Silme işlemi bittikten sonra çantadan aldığı melhemi yaralara sürmeye başladı. Sessiz sessiz durmak yerine konuşma isteği geldi diye düşündüğüm için galiba konuşmaya başladı.
"Nereye gittin bugün? Çevrede heryerde baktık. Çiçek neredeyse delirdi. Ayça sana çok sinirlendi, salakça birşey yaptığını söyledi. Kaya da telaş içinde oldu sürekli. Meltem çok ağladı. Okuldan kimsenin haberi yok. Annen ve babana da kızlar haber verdi. İkisi de çok sinirlendi dediler. Kardeşin ve abin de seni aramaya başladı ama ilk onlar bıraktı, vazgeçti seni aramaktan" Aklımdaki soruları okuyup cevaplıyor gibiydi. Peki, o nasıl aramaya başlamıştı? Nasıl dahil olmuştu?
"Sen?" dedim sessiz çıkan sesim ile, ama o duydu. Duymasını istemiştim zaten. "Kaya benim kuzenim. Çiçek de çok yakın olmayan akrabam, ikisi de telaşlı telaşlı birşeyler konuşuyordu. Ne olduğunu sordum. Aramalarını açmadığını, telefonunun kapalı olduğunu. Evinde olmadığını söylediler. Ben de yardımcı olmak istedim." dedi ve yüzü düştü. Sanki birşey olmuş gibi. Birşey hatırlamış gibi oldu.
"Teşekkürler" dedim yine onun duyacağı şekilde, sessiz. Melhem sürmeyi de bitirince, gidip ellerini yıkayıp geri geldi.
"Şimdi, bunu bunu ve bunu içmen gerek. Biri baş ağrısı için, biri gözlerin ağrısı için, çok ağladığını görebiliyorum, gözlerin acımış olmalı, biri de ağrı kesici, yaraların için yani"
"Su" dediğimde mutfaktan hızlıca getirdi. İlaçları içtim. Şimdi ben bu çocuğa nasıl teşekkür edecektim?
"Dinlenmen için yukarıda bir oda var. Oraya götürmemi ister misin? Koltuk rahatsız olabilir" dediğinde yüzüme bakıyordu. 3 saniye konuşamadım. "Özür dilerim... Gece gece yük ve problem olduğum için" dediğimde, gelip elimi tuttu. Ama elimi çektim. Niye tutuyor ki...
"Öyle düşünme... Yerinde kim olsa aynısını yapardım." Demek ki, özel değilim. Çok şükür. "Hem yük olmadın, zaten bugün evde olmak istemiyordum, buraya gelecektim. Sana da yardım etmiş oldum" dedi ve koluma girdi bu sefer. Yukarıya çıkmama yardım etti. Bir odaya girdik. İçerisi kız odası olduğunu çok belli ediyordu. Oyuncaklar, renkler, kızların seçeceği türden di...
"Burda bekle... Sana giyecek birşeyler getireyim" deyip odadan çıktı. Seslere göre yan odaya girdi, dolabı açtı, kapattı, odadan çıktı. İçeri geldiğinde elinde bir tane tişört gördüm.
"Giyer misin bilmem ama, giymek zorundasın, üzerindekiler çok kirli ve rahatsız. " diye utangaç utangaç söyledi.
"O senin?" diye sorguladım. Giymem ben. "Evet" dedi ve bir bana bir tişörte baktı sonra yine bana baktı ve uzattı. Almadım ama yanıma gelip elime tutuşturdu.
"Giy şunu, yoksa-" deyip elimi sıktı ama acıtacak şekilde değil, geçenki sefer gibi olması için... "Yoksa ne?" dedim sert bir şekilde. Artık bu sesle ne kadar sert olursa..." Yoksa ben giydiririm küçük hanım" dedi ve odadan çıktı.
"Sapık, suratsız, yavşak, it oğlu it demediğim, serseri, gerizekalı..." diye kurtarıcıma saydırarak giydim tişörtü. Çok ama çok büyüktü bana, dizimin çok az, yarım santim kadar yukarısında bitiyordu.
Sonra kıyafetlerimi ordaki masanın üzerinde bırakıp, yatağa geçtim. Uyumak için gözlerimi kapattım.
Sabah zaten alışık olduğum için çok erkenden uyandım. Uyku sersemliği ile önce etrafıma baktım. Basım fazlasıyla ağrıyordu. Tam karşımdaki koltukta uyuyan bir adet Okyanus Batmaz vardı. Neden burada uyumuştu ki? Sapık herif.
Yataktan kalkıp uyandırmaya onun yanına gittim, giderken masaya baktım ve kiyafetlerimin temiz halı ile karşılaştım. Yanına gelip birkaç kere dürttüm.
"Okyanus... Uyan... Uyansana... Uyanır mısın? Okyanus..." derken birden uykucu beni tutup kendine çekti. Bana sarıldı. Ama hala uyanmamıştı. Omzuma daman su ile ağladığının farkına vardım.
"Özür dilerim, kardeşim. Özür dilerim. Seni kurtaramadım. Özür dilerim" Ne olmuştu ki kardeşine?
"Okyanus uyan!" diye yine birkaç kez söyledim. Uyanmıyor ki. En sonunda pes ettim ve ondan kurtulup kalkmaya çalıştım ki bu onun daha da sarılmasına yol açtı.
Kalkamadan öylece beklerken, bende sakinliğe yenik düşüp yine uykuya dalıp gitmişim...
Gözlerimi açtığımda bir çift okyanus ile karşılaştım. Bana bakıyordu... Bir saniyeliğine düşündüm, ben demin uykuya mı daldım yoksa bu okyanuslara mı? Ne saçmalıyorum acaba.
"Ne bakıyorsun?" diye tersleyip ellerinden kalktım sonunda. "Nasıl bu hale geldiğimizi biliyor musun?" diye sırıttı. He amk, gidip sana sarılarak uyudum. "Sabah uyandığımda uyandırmaya yanına gittim, sonra seni uyandırırken, beni tutup sarıldın. Kaç kere vursam da uyanmadın, ben de uyuya kalmışım. Ve ayrıca ağladın" diye cevaplarken, yatağı düzelttim.
"Ne diye ağladım?" dedi birşey saklamak istercesine. "Kardeşin için ağladın. Ondan özür diliyordun" dedim yatağı düzeltmeyi bitirince, sonra odadan çıktık. Önce o yıkandı falan, sonra ben de yıkandıktan sonra alt kata indik. Beni de kendisini de mutfağa soktu, beni sandalyede oturtup, kendisi kahvaltı hazırladı. Hayran kaldım doğrusu, koskoca okulun reisi?
Kahvaltıyı sessizce bitirdik. Bulaşıkları yıkamakta yardım ettim. Sonra gidip kıyafetimi değiştirdim, tişörtü de yıkaması için verdim. Yıkasın, giydim ben onu...
"Şimdi, arkadaşlarına haber verelim istersen? Çünkü Kaya beni aramış yine..." dediğinde telefonumu açtım. Çiçeği aradım.
"Eftalya?!" diye ağlamaklı ses geldi arkadan. "Çiçek... Ben... Şey, iyiyim... Yanımda Okyanus var... Bizi bir eve getirdi dün... Telefonda konuşmasak? Buraya gelseniz?" dedim, hepsini bir nefeste. "Tamam hemen geliyoruz" dediğinde hemen kapattım.
Koltukta oturduk ve aklıma dünkü yaşananlar geldi. Herşey çok üst üste geldi. Ve ben kahkaha atmaya başladım. Yine delirdim. Okyanus yüzüme şaşkın bir ifade ile bakarken birden de ağlamaya başladım. Doğru, çünkü aglamazsam olmazdı. Önce kavga, sonra taciz, sonra boşanma davası... Hepsi bir günde...
"Bana istersen anlatabilirsin..." dedi endişeli çocuk haline bürünüp. "Neyi?" diye sordum hala ağlarken. "Yaşadığın her neyse..." dedi ve oturduğu koltuktan kalkıp, benim oturduğuma geçti. Yanıma iyice yaklaştı.
"Bana güveniyor musun bilmiyorum ama, birine içini dökmezsen, hasta olursun" diye zaten bildiğim şeyi hatırlattı. İçim çok doluydu, çünkü Ayça, Çiçek ve Meltem'e de anlatmadığım çok şey vardı.
"Ben... Ben... Ben yoruldum" diyebildim. Sesim bile sona doğru zor çıkmıştı çünkü ağlamaktan nefessiz kalmıştım artık.
Okyanus yüzümü kendine çevirdi. Bana yine o bir çift okyanus'u sundu, sessiz ve sakin olan ama çok açık mavi olan, çünkü sessiz... "Ela gözlerine, yakışmıyor kırmızı... Ağlama..." dedi ve gözyaşlarımı silmek için yüzüme dokunacağı an kendim sildim.
"Seni ilgilendirmez. Özür dilerim. Yani şey, yük oldum ve bilmiyorum. Özür dilerim sadece. Şey, yani özür dilerim. Senden." Aşırı saçmalamıştım.
Sonra ben sessiz sessiz ağlamaya devam ettim. Okyanus'ta yanımda bekledi, diğerleri gelene kadar.
— Bald kommt ein neues Kapitel — Schreiben Sie eine Rezension